Bu çalışmada kısaca sözcük ölümüne değinilecek ve Bengü Taşlarda sıkça kullanılan ancak sonraki dönemlerde seyrekleşerek kullanımdan kalkan erinç edatının işlevleri üzerinde durulacak, sözcüğün yerini başka sözcüklere bırakması ve dilde kullanıldığı süre içindeki durumu değerlendirilmeye çalışılacaktır. Bu edat üzerin çeşitli vesilelerle durulmuş, müstakil çalışmalar da yapılmıştır (Kekevi, 2019; Karahan, 2023) ancak bu çalışmada adı geçen edat farklı yönleriyle değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Dillerin tarihî metinleri üzerinde yapılan çalışmalar, birtakım sözcüklerin zamana direnemediğini ve aşınarak sonraki dönemlerde kullanımdan düştüğünü ortaya koyar. Türkçenin tarihî metinleri incelendiğinde de pek çok sözün bir sonraki dönem metinlerine yansımadığı görülür. Bu durum, özellikle tarihî dönemlerin sınırlı sayıdaki metinleriyle dilin söz varlığının bütününü yansıtamayacağı biçiminde açıklanabilir ancak pek çok sözcüğün de çeşitli nedenlerle kullanımdan kalktığı, yerini başka sözcüklere bıraktığı bilinen bir durumdur. Sözcüklerin böyle bir durumla karşılaşmasının dil içi ve dil dışı nedenleri vardır. Sözcük ölümü olarak adlandırılan bu olay, sözcüğün karşıladığı kavramın toplum hayatındaki değerini yitirmesi sonucunda ortaya çıkabileceği gibi bütünüyle başka nedenlerle de olabilir. Kavram alanı boşalması yaşamayan bir sözcüğün kullanım dışı kalmasının ana nedeni olarak sözcüğün taşıdığı anlamın başka bir sözcüğe yüklenmesi gösterilebilir. Aynı anlamı taşıyan iki söz, bir süre eş zamanlı kullanılsa da zaman içinde biri ya unutulur ya da başka bir anlam yükü kazanarak varlığını sürdürür. Türkçede bu iki durumun da pek çok örneğine tanık olunur. Eş anlamlı sözlerin uzun süre birlikte yaşamaları sık görülen bir durum değildir. Konuyla ilgili olarak “birden fazla kelimenin aynı kavramı yansıtması düşünülemez” diyen Doğan Aksan bu tür sözcüklere eş anlamlı yerine yakın anlamlı denmesinin daha doğru olduğunu belirtir (1978, s.72).
Tarihî Türk yazı dili için sözcük ölümünün dil içi esas nedenlerinden biri, Türk tarihinde sıklıkla yaşanan bir durum olan devleti yöneten boyun değişmesi ve değişik bir lehçenin yazı dili konumuna yükselmesidir. Egemen olan boy değiştiğinde sonraki egemenin dilinde olmayan önceki egemenin lehçesine ait birtakım sözcükler, yazı dilinde kendine yer bulamayabilir ve bu tür sözcüklerin bir kısmı zaman içinde konuşma dilinde de unutulabilir. Tarihî Türk lehçelerinin söz varlığı, bu yönüyle araştırılıp tam bir durum tespiti henüz yapılmamıştır. Sözcük ölümünün dil dışı temel nedenlerinden birincisi; din değişikliği ya da dinin, din kurumlarının toplum hayatı üzerindeki etkisinin artması, ikincisi uygarlık çevresi değişikliği, bir başkası ise toplumun yaşama biçimini değiştirecek bir yurt ve çevre değişikliğinin yaşanması dolayısıyla değişik dillerle komşuluk yapma ve onlardan etkilenmedir. Bunların dışında da birtakım etkenler sayılabilir. Kişioğluna çeşitli kutsalları sunan din, ulusun tarihi boyunca dış etkilenmelere karşı oluşturduğu pek çok engeli ortadan kaldırma gücüne sahiptir. Dinin kutsal kitabının dili ya da dinin alınıp öğrenildiği ulusun dili prestijli dil konumundadır ve özellikle kitabı olan din, o kitabın dilini de adeta dayatır. Din, aslında hiçbir gereklilik olmadığı hâlde kısa sürede pek çok sözcüğü de yeni yayıldığı, etki alanına aldığı ulusun diline taşır ve dilin kendi kaynağından gelen pek çok sözün canlılığını yitirmesine, bayağılaşıp kullanımdan düşmesine, toplum hayatından uzaklaşmasına yol açar. Bu tür sözcüklerin bir bölümü bütünüyle yok olurken bir bölümü de dar bir çevreye sıkışıp varlığını sürdürür; bir kısmı deyim, atasözü ya da türkü gibi kalıplaşmış, bir yönüyle donuklaşmış dil ürünlerinde yaşamak için çabalar. Bir sığıntı olarak yaşayan bu tür sözler, ortak dil için pek bir anlam ifade etmezler ancak canlılığını yitirerek âdeta donarlar, anlamları da içine sığındığı yapıyla sınırlı kalır.
Söz ölümünün ana nedeni, o sözün anlam ya da kullanım alanına yeni bir sözcüğün girmesidir. Bu yeni sözcüklerin kaynağı ana dil olabildiği gibi yabancı bir dil de olabilir. Dilde var olan bir sözcüğün anlam alanına gelen alıntı sözcükler, genellikle bilgi alıntısı değil özenti alıntısıdır ve bunlar çoğunlukla toplum üzerinde etkisi olan eğitimli kişilerce dile taşınırlar. Bunların öncelikli kullanım alanları yazı dili ve çağımızda çok etkili olan basın yayın dilidir. Dilin içindeki değişmelerde ise kendi içinden gelen sözler arasında değişmeler olabileceği gibi prestijli lehçeye ait bir sözün başka bir lehçenin sözünün yerini alması ya da lehçeler arası özenti de söz konusu olabilir. Günümüzde Türkiye Türkçesine ait birtakım sözcüklerin ve gramerlik biçimlerin televizyon dizileri aracılığıyla lehçelerde kullanılması karşılaşılan bir durumdur. Bir başka neden ise uzun süre kullanımda olan bir sözcüğün aşınmasıdır. Sözcük, bu aşınma dolayısıyla anlamını ve görevini başka bir sözcüğe bırakabilmektedir. Sözcük ölümlerinin ana nedenlerinden biri de yukarıda kısaca değinilen kavram alanı boşalmasıdır. Bu durumda sözcükler ya başka bir anlam kazanarak dildeki varlıklarını sürdürür ya da bütünüyle kullanımdan düşerler (Akar, 2018).
Bir sözcüğün dile girişi de kullanımdan kalkışı da birtakım koşulların sonucudur ve sözcük üretimi ya da sözcük ölümü diye adlandırılan bu tür durumlarla her dilde karşılaşılabilir. Tarihî dönemlerde yaşanan bu tür gelişmeler yazı dili üzerinden izlenebilir ancak yazı dilinde kullanımdan kalkan birtakım sözcüklerin ağızlarda yaşamayı sürdürdüğü sıklıkla görülen bir durumdur, ayrıca dillerin komşuluk ilişkileri de bu tür sözcükler için bir kaynak olarak değerlendirilebilir. Bu tür sözcüklerin yazı diline yansıması duruma göre uzun bir zamanı gerektirir. Sözcüklerin ortak dilin malı olması ve sonraki kuşaklara aktarılması çoğu durumlarda tesadüflere bağlıdır. Sözcükler ancak yazı dilinde kendilerine yer bulduklarında genel dilin bir ögesi durumuna gelebilirler. Yazı diline ulaşma şansı bulan sözcükler zamanla yaygınlaşıp yazı dili sözlüğüne girer ve çağları aşıp kuşaktan kuşağa aktarılır; deyimlerde, atasözlerinde, kalıp sözlerde, türkü ve şarkılarda kullanılan bu sözcüklerin anlam yükü zenginleşir, dildeki kullanım alanı genişler ve bu sözcükler, yeni üretimlerle bir söz ailesi oluşturur. Her bir sözcüğün değişik bir gelişme çizgisinin, öncelik sonralık ilişkisinin olabileceği de gözden uzak tutulmamalıdır. Bazı sözcükler de ihtiyaç durumunda doğrudan yazıcılarca türetilebilir ve türetildiği anda yazı dili ögesi olabilir. Dil ustası sanatçıların beğenilerinin ürünü olan bu tür sözcüklerin benimsenmesi ve dilde yaygınlaşması, çoğunlukla sözcüğün hem yapı hem de ses bakımından halkın dil beğenisine uygun düşmesiyle ilgilidir. Bu tür sözlerin yapı bakımından dile uygun olup olmamaları da önemlidir ancak kesin belirleyici değildir. Dillerin ağız sözlükleri, halkın ürettiği ancak yazı diline yansımamış ya da bir süre yazı dilinde kullanıldıktan sonra zaman içinde aşınıp yazı dilinin kullanımından düşmüş, bir bölümü de yerel kalmış sözcüklerden oluşur.
Dillerin varlığını sürdürmesi, ifade yeteneğinin gelişmesi, yayılma alanını genişletmesi; doğrudan doğruya dili konuşan ulusun tarihî macerasıyla, ürettiği sözlü ya da yazılı edebiyat ürünleriyle, hayatı etkileyen bilgi üretimiyle, geliştirdiği uygarlık ve bu uygarlığın çevresine etkisiyle ilgili bir durumdur. Hemen bütün tarihini sınırlı bir bölgede, göçlerin etkilemediği bir yurtta, uzun bir süre aynı yerde yaşamış bir ulusun diliyle Türkler gibi Eski Dünya’nın hemen her yerine dağılarak yani derin bir tarihte ve geniş bir coğrafyada var olarak yaşamış, pek çok ulusla komşuluk ilişkisinde olmuş, yerine ve duruma göre yakın ilişkide iç içe yaşamış, pek çok dinle karşılaşmış, pek çok dini benimsemiş, her birinden etkilenmiş ve onlara da kendi etkisini yapmış, değişik uygarlıklardan etkilenmiş ve onları etkilemiş, dilini pek çok alfabeyle yazmış, bazı yurtlarda başka uluslar içinde dilini, dolayısıyla da kimliğini yitirmiş, birtakım yurtlarda da başka ulusları kendi içinde eritmiş bir ulusun dilini benzer bakışla değerlendirmek kişiyi doğru sonuçlara ulaştırmaz. Bu tür genelleştirici değerlendirmeler, yalnız dilde değil hemen her konuda yanıltıcı olur.
Edat ve Erinç Edatı
Sözcükler, dil incelemelerinde cümle içinde yüklendikleri görevlere göre çeşitli biçimlerde adlandırılır. Bu yönüyle bakıldığında Türkçe genel bir değerlendirmede sözcükleri adlar ve eylemler olarak iki ana bölüme ayırır. Sıfat, zarf, zamir vb., sözcüklerin cümle içindeki görev adları olarak kabul edilir. Yani adlar ile eylemleri sözlük ögesi, ötekileri söz dizimi ögesi olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır. Türkçe dil bilgisi çalışmalarında edat ya da ilgeç olarak adlandırılan sözcük çeşidinin başlangıçta dilde olmadığı, sonraki çağlarda adların ya da eylemlerin birtakım eklerle birleşip kalıplaşması ve anlam boşalmasına uğraması sonucunda oluştuğu bilinen bir durumdur. İlk yazılı metinlerde bu sözcük çeşidinin birkaç sözle sınırlı olması ve her birinin yapısının belirtilen kalıplaşmayı göstermesi, sonraki çağlarda da benzer yolla edatların oluşturulması dikkat çekici ve bunu açıklayıcı bir durumdur. Ayrıca yeni dönemlerde, özellikle Farsça ve Arapça ile yoğun ilişkiye girildikten sonraki çağlarda dildeki edat ihtiyacının daha çok bu dillerden alıntı ögelerle karşılanması bir başka açıklayıcıdır.
Belirtildiği üzere Türkçe bir sözcüğün edat olabilmesi için birbirine koşut iki işlemin aynı süreçte gerçekleşmesi gerekir.
Bunlar, kalıplaşma ve anlam boşalmasıdır. Edatlar, bağlı bilgilerin ve ilişkilerin adlarıdır… Dilde bağımsız olarak var olmayan, yani kendi başlarına kullanılmayan edatlar, söz, söz öbeği ve cümle gibi dil birimleriyle kullanılabilen ve onlara değişik anlam renkleri katan veya onları çekime sokan sözlük veya söz dizimi birimleridir (Karaağaç, 2013, s. 37).
Örnek olmak üzere ile ve gibi edatlar gösterilebilir. İle edatı; bağlamak anlamına gelen il- eylemi üzerine getirilen -e zarf-fiil ekinin birleşip kalıplaşması sonucu oluşmuş ve ile edatının tek başına kullanımında bağlamak anlamıyla ilgisi ayırt edilmez olmuştur ancak edat cümlede kullanıldığında iki ögeyi birbirine bağlama görevi yapmakta, yani sözcük anlamıyla ilgili bir işlevi yerine getirmektedir. Gibi edatında da benzer bir durum yaşanmıştır ancak bu edatın kökünde bir eylem değil ad vardır. Kip; biçim, tarz anlamındadır. Sözcük bu anlamıyla bir dil bilgisi terimidir ve eylem kipi (fiil kipi) biçimiyle kullanılır. Geçmiş zaman kipi, eylemin geçmiş zamandaki biçimi anlamındadır. Edatın yapısı ise kip+i >gibi (söz kökü ve iyelik üçüncü teklik kişi ekinin kalıplaşması) gelişmesi sonucu oluşmuştur. Bu edat da yalnız başına herhangi bir anlam belirtmez ancak cümle içinde kullanıldığında bir nesnenin, durumun ya da eylemin bir başka nesneye, duruma ya da eyleme biçim benzerliğini ortaya koyar, yani kök anlamına uygun bir işlev ile kullanılır. Bu iki örnek, sözcüklerin asıl işlevlerinden uzaklaşıp değişik bir işlev üstlenmesinin Türkçedeki yollarından birini açıklamak bakımından önemlidir. Sözcüklerin edatlaşmasını dil bilgiselleşme (gramerleşme) olarak değerlendirmek de mümkündür. Çünkü edatlar, sözlükten daha çok dil bilgisinin, daha özel olarak da söz diziminin (sentaksın) ögesidir. Sözlükler, bu sözcüklere bir anlam veremez ve ancak işlevini belirtirler, yani dildeki kullanım alanlarını tanımlarlar. Dil bilgiselleşme, en kısa tanımıyla bir sözlük ögesinin dil bilgisi ögesine dönüşmesidir. Sözlük ile söz dizimi ilişkisinde ortaya çıkan anlam bilgisel bir olay olarak değerlendirilir (Karaağaç, 2013, s. 288).
Üzerinde durulacak olan erinç edatı, Bengü Taşlarda sıkça kullanılan, Uygur ve Hakanlı metinlerinde karşılaşılsa da işlevini başka benzer yapılarla paylaşan ve seyrekleşen, Hakanlı metinlerinden sonraki yazı dillerinde hemen bütünüyle kullanımdan kalkan bir sözcük olarak dikkat çeker. Metinlerdeki duruma bakıldığında bu sözün kullanımdan kalkma nedeni, yerini başka Türkçe sözlere bırakmasıdır. Burada üzerinde durulmaya çalışılacak asıl sorun bu yer değiştirme durumudur.
Erinç edatının hem yapısı hem de anlamı üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülmüş ancak alan uzmanlarınca benimsenen ortak bir düşünceye varılmamıştır.
Sözcüğün er- fiilinden geldiği konusunda tartışma yoktur ancak sözcük üzerindeki ek ya da ekler konusu tartışmalıdır. İlk bakışta *er-i-n-ç; yani eylem, dönüşlü çatı ve eylemden ad yapma ekiyle adlaşmış bir sözcük gibi görülse de Türkçede edat olarak kullanılan sözcükler içinde bu tür pek örnek bulunmayışı tereddüt doğurmaktadır. Edatın yapısı ile ilgili olarak *er-i-n-ç(i) biçimi, ikinci bir görüş olarak ileri sürülebilir ve -ç(i) ögesi, -tAçI gelecek zaman ekindeki -çI gelecek zaman kipi ekinin kalıntısı olarak değerlendirilebilir.
Yukarıda da belirtildiği üzere edatlar, tek başlarına belirgin bir anlamı olmayan ancak cümleyi anlam yönüyle etkileyen ve işlevleri cümle içinde görülebilen sözcüklerdir. Erinç edatı, cümleye duruma göre kesinlik ya da olasılık anlamı katan bir sözcüktür. Kaynaklarda bu anlamıyla tanıtıldığı gibi bu edatın olduğu cümlelere anlam verilirken de birbirinin karşıtı olan bu anlamla aktarılır. Er- eyleminin bu anlamla herhangi bir ilgisinin olup olmadığı da soru ve sorunlarımızdan biridir. Bu eylemden türetilmiş olan erki edatının cümleye olasılık anlamı kattığı ve bu yapının kalıntısı olan ki edatının Türkiye Türkçesinde geldi mi ki, nedir ki gibi soru yapılarında bugün de kullanıldığı bilinmektedir. Aynı olasılık bildirmeyi Türkçe hem ol- eylemiyle (kara tren gelmez m’ola!) hem de tur- (-belki- evdedir) eylemiyle yapmaktadır.
Bugünkü bilgilerimize göre er- eyleminin, Türkiye Türkçesinde türemişlerinin anlamlı sözlük kelimeleri olarak kullanımının sürmesine karşın Türk dilinin ilk yazılı metinlerinde asıl eylem yani sözlük kelimesi olma özelliğinin aşındığı, daha çok yardımcı eylem, hatta Türkçenin ana yardımcı eylemlerinden biri olarak kullanıldığı görülür. Bu görevin hemen bütün dünya dillerinde içinde var oluş bilgisi barındıran eylemlere yüklendiği ise bilinen bir durumdur. Er- eylemi bu yönüyle izlendiğinde hem var oluş anlamını içinde barındırdığı hem de bu bilgiyi barındıran bol-/ol- (Türk, 2015) ve tur- (Türk, 2013) eylemleriyle pek çok işlevde nöbetleştiği görülür. Bu yüzden er- eyleminin dildeki yerini ve işlevlerini anlamaya çalışırken bol-/ol- ve tur- eylemleriyle birlikte düşünmek ve değerlendirmek gerekir. Konuyla ilgili yapılan bir doktora tezinde durum açıkça gösterilmiş, bu sözlerin pek çok yerde nöbetleştikleri yani birbirlerinin yerine kullanıldıkları belirlenmiştir. “Er-, tur- ve bol- fiillerinden gelişen şekiller sadece cevheri ek fiil görevini yerine getirmezler. Bunlar aynı zamanda cümlenin yorumunu ihtimal, şüphe, tahmin gibi görünüş özellikleri bakımından şekillendirme işlevini üstlenmişlerdir. Fakat bu ikinci işlevin cevheri ek fiil başlığı altında değerlendirilemeyeceği açıktır” (Özalan, 2014, s. 53). Çeşitli adlarla anılan bu eylemler, toplu olarak ya da ayrı ayrı da birtakım çalışmalara konu olmuştur.
Kağanlık yazıtlarının söz varlığı incelendiğinde tur- eyleminin hiçbir yazıtta asıl eylem ya da yardımcı eylem olarak yer almaması ilgi çekici ve üzerinde durulması gereken bir durumdur. Bu eylem hem asıl eylem hem de yardımcı eylem olarak Uygur metinlerinde yoğun biçimde kullanılacaktır. Bir eylemin Köktürk döneminde yazı dilinde hiç yer almayıp da hemen arkasından gelen yazı dilinde böyle bir sıklıkla kullanılması, yukarıda değinildiği üzere bir lehçe farklılığına işaret olarak düşünülmelidir. Köktürk yazı diline egemen olan lehçede olmayan bu eylem, Uygur lehçesinde yaygın biçimde kullanılmış ve yazı diline de yansımış, Köktürk yazı dilinde er- eyleminden türemiş yapıların birtakım görevleri, tur- eyleminin çeşitli görünüşleri ile karşılanır olmuştur. Uygur yazı dilinin devamı niteliğindeki Hakanlı yazı dilinde de tur- eyleminin sıklıkla kullanıldığı ve bu durumun sonraki Türk yazı dillerinde de yaygın biçimde sürdürüldüğü görülür. Bu çalışmadaki ilk belirgin iddia ve tespit budur. Erinç edatı ile hem Uygur hem de Hakanlı metinlerinde karşılaşılsa da kullanım sıklığı Kağanlık yazıtlarıyla karşılaştırılamayacak durumdadır. Bu edat ile Kağanlık yazıtları dışındaki Ongi, Küli Çor, Haya-Baji, Uyuk Oorzak II, Altın Köl gibi bazı yazıtlarda da karşılaşılır (Aydın, 2015).
Burada erinç edatının metinlerdeki kullanımlarından örnekler verilerek cümleye kattığı anlamlar, cümlede yaptığı görevler üzerinde durulacaktır. Örnekler ve Türkiye Türkçesine aktarmalar, Ercilasun’un (2016) Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları adlı eserinden alındı. Bengü Taşlarda bu edatın kullanıldığı örnek cümlelerden bazıları aşağıya alındı:
(1) ikin ara idi oksuz kök türk ança olurur ermiş. bilge kagan ermiş, alp kagan ermiş. buyrukı yeme bilge ermiş erinç; alp ermiş erinç. begleri yeme, bodunı yeme tüz ermiş. anı üçün ilig ança tutmış erinç. (KT-D. 3) “İkisi arasında -daha önce- hiç örgütlenmemiş olan semavi Türkleri -örgütleyerek- öylece hüküm sürüyorlarmış. Bilge -derin bilgili ve uzak görüşlü- kağan imişler, alp -yiğit- kağan imişler. Yöneticileri de elbette bilge imiş, alp imiş. Beyleri de halkı da doğru -dürüst ve âdil- imiş. Bu sebeple devleti öylece kurmuşlar…”
(2) antag külüg kagan ermiş. anta kisre inisi kagan bolmış erinç, oglıtı kagan bolmış erinç. anta kisre inisi, eçisin teg kılınmaduk erinç. biligsiz kagan olurmış erinç; yablak kagan olurmış erinç. buyrukı yeme biligsiz erinç, yablak ermiş erinç. (KT-D. 4-5) “O kadar ünlü kağan imişler. Ondan sonra kardeşleri kağan olmuş, oğulları kağan olmuş. Ondan sonraki kardeşler, ağabeyleri gibi yaratılmadılar; oğulları, babaları gibi yaratılmadılar. Bilgisiz kağanlar tahta oturmuş; kötü kağanlar tahta oturmuş, yöneticileri de bilgisiz imiş, kötü imiş.”
(3) barduk yirde edgüg ol erinç (KT-D. 24) “Gittiğiniz yerlerde kazancınız şu oldu.”
Bu örneği, “gittiğiniz yerde iyiliğiniz şudur” biçiminde bildirmenin geniş zamanıyla aktarmak da mümkündür. Bu durumda bütün örnekler geçmiş zaman ifade eder yargısının aksi bir durum ortaya çıkar.
(4) üze teŋri, ıduk yir sub, (eçim) kagan kutı taplamadı erinç (BK-D-35) “Üstte Tanrı, kutsal yer su, -amcam- kağanın ruhu razı gelmedi.”
(5) teŋri ölütmiş erinç (BT 1-B-3) “Tanrı seni öldürdü.”
(6) teŋri, umay, ıduk yir sub basa birti erinç. (BT II-B-3) “Hiç şüphe yok ki Tanrı, Umay, kutsal yer su -onları- bastı.” (Ercilasun, 2016).
Kül Tigin ve Bilge Kağan bengü taşlarında sıkça geçen erinç edatı, Bilge Tonyukuk’ta da üç cümlede kullanılmıştır. Edat, bütün cümlelerde son sözcüktür ve yine hemen bütün cümlelerde geçmiş zamanlı bir sözcükten sonra getirilmiştir. Birinci cümledeki ilk erinç’in (ermiş) erinç olduğu devamında gelen yablak ermiş erinç kısmından anlaşılmaktadır. Yine Kül Tigin bengü taşındaki “Barduk yirde edgüg ol erinç” cümlesi öteki cümlelerden farklılık gösterir. Bütün cümleler eylem cümlesiyken, bu cümle, bir ad cümlesidir. Bu cümleyi sonraki dönemlerde rahatlıkla ol erür ya da ol turur biçimiyle görebiliriz. Aslında bizce bu dönüşme, Türk yazı dilinin Uygurlar döneminden itibaren başlamış ve gittikçe de yaygınlaşıp erinç edatının kullanımını bütünüyle ortadan kaldırmıştır. Çalışmadaki ikinci iddia ve tespit de budur.
Erinç edatının yukarıdaki örneklerin tamamında cümleye birbirinin zıddı olmasına karşın kesinlik ya da ihtimal anlamı kattığı görülüyor. Aynı durum bugün de bildirme göreviyle kullanılan +DIr ekinde vardır. Erinç edatının da +DIr ekinin de hangi işlevle kullanıldığı yazı dilinde cümlenin gelişinden, konuşma dilinde ise hem cümleden hem de vurgudan anlaşılabilir. Metinlerin Türkiye Türkçesine aktarılmasında çoğunlukla kesinlik anlamı yeğlenmektedir ancak ad cümlesi örneğinde ihtimal anlamının daha baskın olduğu anlaşılmaktadır.
Marcel Erdal, konuyla ilgili şunlara dikkat çeker: Konuşmacının/yazarın bir önermenin içeriğinin olasılık taşıdığına yönelik tutumunu ifade eden iki parçacık vardır, ikisi de yazılı metinlerde tanıklanmaktadır: erki ve erinç… erinç; kesinlikle, muhtemelen, şüphesiz anlamına gelir… erinç, cümlenin son kelimesidir (2004, s. 276). Clauson da konuya değinir: Erinç; erki ve erken gibi er- eyleminden yapılan eskicil bir türetmedir. İşlevi çoğunlukla belki, görünüşe göre gibi anlam karşılıklarını cümleye katmaktır (1972).
(7) iltiriş kagan kazganmasar, yok erti erser; ben özüm bilge tonyukuk kazganmasar, ben yok ertim erser; kapgan kagan, türk sir bodun yirinte bod yeme bodun yeme kişi yeme idi yok erteçi erti. (BT II-K-2)
Bu cümleler de daha başka bir duruma işaret etmek üzere alındı. O da er- eyleminin rahatlıkla bol-/ol- eylemi yerine kullanılmasıdır. Bu örnekler, üç eylemin nöbetleşebileceklerini gösterir. Bu durum, özellikle Çağatay dönemi metinlerinde çok daha belirginleşecek ve sıkça görülecektir.
Eski Uygur Türkçesi Grameri adlı eserde edatın yapısı *er-i-n-ç biçiminde tereddüt ifadesiyle verilmiştir. Anlam karşılığına ise herhalde, belki, acaba sözcükleri yazılmıştır (Eraslan, 2012). Bu anlamlara göre edat, kesinlik işlevini yitirmiş, bütünüyle tereddüt ifade eder duruma gelmiştir ancak Kutadgu Bilig diziniyle Dîvânu Lugâti’t-Türk’te (DLT) de benzer anlam verilmesine karşın örnekler bu durumun doğru olmadığını, edatın kesinlik içeren işlevle de kullanılmaya devam edildiğini ortaya koymaktadır.
Uygur metinlerinden Maytrısimit’ten alınan ertimlig turur .. öz yaş kentü ürlüksüz meŋüsüz erür .. ed tavar kentü artayur, buzulur yok kurug emgek tözlüg adalıg turur… (Tekin, 1976). “Sonludur; hayatın, ömrün kendisi sürekli ve sonsuz değildir. Mal mülk kendiliğinden mahvolur, bozulur. Yokluğun kökü ıstıraptır ve tehlikelidir” cümleleri de nöbetleşmeyi açık biçimde göstermektedir. Cümlelerde yer alan erür ve turur eylemlerine Türkiye Türkçesinde karşılık olarak +dIr’ın verilmesi de nöbetleşmenin bir başka kanıtıdır.
Edat, 6645 beyitlik Kutadgu Bilig’in sekiz beytinde görülür. Eserde anlamı güçlendirme görevi için daha çok ok edatıyla erür/turur yapılarından yararlanılır. Eserin dizininde de edata olur ki, belki karşılıkları verilip yine yalnızca ihtimal ifadesi belirtilmiş olmasına karşın eserdeki birtakım örnekler Bengü Taşlardaki anlamı güçlendirme işlevinin de sürdüğünü ortaya koyar.
Edat, eserdeki sekiz beyitten birinde bildirmeyi çağrıştıran görevle, iki beyitte tereddüt edatı olarak beşinde ise kesinlik belirtir biçimde kullanılmıştır. Yani Kutadgu Bilig’de erinç edatının üç değişik işlevle kullanımı söz konusudur. KB’deki örnekler ve aktarmaları, Arat yayınından alındı.
Kesinlik belirtme:
(8) tadu birle katlıp törümiş kılınç
ölüm buzmagınça buzulmaz erinç (882. Beyit)
“Yaratılışta insan tabiatına sinmiş olan ahlak, ölüm bozmadıkça kesinlikle bozulmaz.” Beyit, “kesinlikle” sözcüğü kullanılmadan hatta olasılık ifadesiyle de aktarılabilir.
Tereddüt belirtme:
(9) saŋa tegdi kaç kün bu kadgu sakınç
tegümediŋ işke işiŋ ne erinç (6350. beyit)
“Bu birkaç gün kaygı ve keder içinde kaldığın için sen de işle pek meşgul olamadın; acaba işler nasıl gidiyor?”
Bildirme göreviyle:
(10) saŋa kim tegürdi bu kadgu sakınç
negü erki haliŋ sözüŋ ne erinç (6233. Beyit) (Arat, 1979)
“Kim seni bu kaygı ve kedere düşürdü; bu halin nedir, cevabını öğrenmek isterim.” Bu beyit de tereddüt anlamı düşünülebilir.
Erinç edatı DLT’de de sekiz kere geçer, bunların dördü sözcüğün karşılığı verilirken dördü ise örnek şiirlerde yer alır. Bu eserdeki örnekler ve aktarmaları Ercilasun-Akkoyunlu yayınından alındı.
Sözcük, sözlüğün malzemesi olarak şöyle karşılanır: erinç, ola ki anlamında bir edat. Ola ki o geldi anlamında ol keldi erinç denir. (78/66). Başka bir yerde de şu karşılık vardır: -erinç belki (le’alle) anlamında bir edat. Bundan ol bardı erinç denir; “O, belki gitti.” (637/533) demektir.
Görüldüğü üzere tanımlamada yalnızca ihtimal işlevine işaret edilmiştir. Ancak örnek metinlerde değişik işlevlerle kullanıldığı da görülür:
(11) bardı közüm yarukı
aldı özüm konukı
kanda erinç kanıkı
emdi ȗdın odgurur
“Gözümün feri gitti. Onun gidişiyle ruhum da kabzolundu. O şimdi nerededir ki beni uykudan uyandırsın.” (35/21-22). Nerededir ki ibaresi nerede acaba olarak da aktarılabilir. Burada kullanılan ki, acaba anlamıyla kullanılan erki’nin Türkiye Türkçesindeki kalıntısıdır.
Bu dörtlükte edatın işlevi, (nerededir acaba?) soruya tereddüt ifadesi katmaktır ve bu, erki (Çağatay, 1978) ve Türkiye Türkçesindeki ki edatının tereddüt işleviyle birebir örtüşmektedir.
(12) yandı erinç ugragı
keldi berü tugragı
özi kuyı ugragı
alplar kamug tirgeşür
“Düşmanı niteleyerek diyor ki): Galiba o, niyetinden vazgeçti. Onun posta atı (habercisi) bize geldi. O (düşman) vadinin göbeğindedir. Alpları savaş için saf oluşturmaktadır.” (472/378)
Bu dörtlükte sözcüğün DLT’deki açıklamasında yer alan ‘belki’ ifadesi kanıtlanır.
(13) bardıŋ nelük aymadıŋ
kirü körüp kaymadıŋ
köŋül berü yaymadıŋ
bolduŋ erinç bolmagu
“Gittin, gidişini niye haber vermedin? Arkanı dönüp niye ilgilenmedin? Gönlün neden bize meyletmiyor? Şimdi senin gibilerin olmaması gereken bir duruma düştün.” (553/456)
Son dizenin (kesinlikle) olmaman gerekiyordu ama oldun (olmaman gereken bir duruma düştün) biçiminde anlaşılması daha uygun olur, bu durumda edatın işlevi Bengü Taşlardaki işlevi anımsatır.
(14) yelgin bolup bardukı köŋlüm aŋar baglayu
kaldım erinç kadguka işim udu yıglayu
“Sevgilim yolcu olup gitti. Ben de gönlümü onun sevgisine bağladım. Onun arkasından sanki hüzün içinde kaldım ve sahibimin ardından ağladım.” (579/476) (Ercilasun ve Akkoyunlu, 2020).
Bu beytin aktarılmasında “sanki” kullanılmışsa da kesinlik işlevinin daha ağır bastığı anlaşılıyor.
Çalışmanın ilk bölümünde sözcük ölümü ve nedenleri, etnik yapı, egemenlik ve dil ilişkisi, din ve dil ilişkisi, uygarlık çevresi ve dil ilişkisi, coğrafya değişikliğinin dile etkisi, eski sözcük-yeni sözcük ilişkisi, özenti alıntıları, dil-tarih, dil-coğrafya ilişkileri üzerinde duruldu ve bütün bu konularla ilgili kısa değerlendirmeler yapıldı. Bu değerlendirmelerle varılan sonuç, yaşanılan hayat koşullarının dil üzerinde son derece etkili olduğudur. Kısaca söylemek gerekirse, dil, hayatı değil, hayat dili belirlemektedir.
Çalışmanın ikinci bölümünde erinç edatı üzerinde duruldu ve aşağıda sıralanan sonuçlara dikkat çekilmeye çalışıldı:
1. Erinç edatı, Köktürk yazıtlarında sıkça ve anlamı etkileyici bir işlevle kullanılır ancak Uygur ve Hakanlı metinlerinde kullanımın seyrekleştiği, Harezm metinlerinde ise bütünüyle kullanımdan kalkmış, daha sonraki dönem metinlerinde de görülmemektedir.
2. Hemen bütün kaynaklar edatın kesinlik ve olasılık olmak üzere karşıt anlamlı kullanıldığını belirtir, metinlerdeki kullanımlar da bunu kanıtlar ancak bir tespit olarak kesinlik işlevli kullanımın gittikçe seyreldiği, olasılık işlevli kullanımın sıklaştığı belirtilmelidir.
3. Edat, Bengü Taşlarda bütün örneklerde cümlenin son sözcüğüdür ve eylem cümlelerinin hepsinde geçmiş zaman kipi eki almış sözcüklerle kullanılır. Ad cümlesi olarak karşılaşılan tek örnek, kaynağımızda geçmiş zamanlı olarak aktarılmış ancak cümle, bildirmenin geniş zamanı ile de aktarılabilir.
4. Edat, Uygur yazı dilinde yerini turur’a bırakmış ve bu sözcük zamanla yaygınlaşıp Türkçede ad cümlelerinin yüklemini kurmakta, ayrıca erinç edatının işlevi olan olasılık ve kesinlik belirtmekte kullanılmıştır. Bengü Taşlarda tur- eyleminin hiçbir biçimde kullanılmaması bir başka ilgi çekici durumdur. Bu durumun lehçe farklılığı ile ilgili olabileceği değerlendirilmiştir.
5. Türkçenin ana yardımcı eylemleri olarak düşünülen er-, tur- ve bol- (ol-) eylemleri sıklıkla nöbetleşir ve benzer işlevlerle kullanılırlar.
Kaynakça
Akar, A. (2018). Bir söz ölümü türü: kavram alanı boşalması. O. M. Köprülü (Haz.), Uluslararası Sosyal Bilimler Sempozyumu (USBS 2018) içinde (s. 15- 21).
Aksan, D. (1978). Anlambilimi ve Türk anlambilimi (Ana çizgileriyle). Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi.
Arat, R. R. (1974). Kutadgu Bilig: II (çeviri). Türk Tarih Kurumu.
Arat, R. R. (1979). Kutadgu Bilig: I (metin). Türk Dil Kurumu.
Aydın, E. (2015). Yenisey Yazıtları. Kömen.
Clauson, S. G. (1972). An etymological dictionary of pre-thirteenth-century Turkish. Oxford University Press.
Çağatay, S. (1978). Türkçede ki Eraslan, K. (2012). Eski Uygur Türkçesi grameri. Türk Dil Kurumu. Ercilasun, A. B. (2016). Türk kağanlığı ve Türk bengü taşları. Dergâh. Ercilasun,A.B. veAkkoyunlu, Z.(2020).Kâşgarlı Mahmud: Dîvânu Lugâti’t-Türk (Giriş-metin-çeviri-notlar-dizin). Türk Dil Kurumu. Erdal, M. (2004). A grammar of old Turkic. Brill. Karaağaç, G. (2013). Dil bilimi terimleri sözlüğü. Türk Dil Kurumu. Karahan, A. (2023). Eski Türkçede ‘erinç’ üzerine. Journal of Turkish Studies, (Special edition vol. 2), 141-154. Kekevi, İ. (2019). Eski Türkçe metinlerde geçen “erinç” sözcüğünün kullanımından hareketle anlam alanı ve etimolojik durumu. Türkbilig, (38), 67-76. Özalan, U. (2014). Türk dilinde cevheri ek fiil (Tez No. 354887) [Doktora Tezi, Sakarya Üniversitesi]. Yükseköğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi. Tekin, Ş. (1976). Maytrısimit. Atatürk Üniversitesi. Türk, V. (2013). Ana yardımcı eylem olarak tur- ve Babür Divanı’ndaki kullanılışları üzerine. Babur in the History of World Culture. Babur Halkara Cemaat Fondu. Türk, V. (2015). Bolgay, bolga, ola üzerine. Türk Kültürü-Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, 1, 11-24.